18 Mart 2010 Perşembe

KUYU

Kimi alışkanlıklarımız vardır, öğretilen ya da deneme yanılma yoluyla öğrenilen. İşte, bunlardan biri de korkudur. Bu duygu, öyle bir sarıp sarmalar ki bazen bizi; ne yapacağımızı, nasıl davranacağımızı bilemeyiz. Sonradan düşündüğümüzde çok anlamsız da gelse, o an için yaşarız bu duyguyu.

Korkularımız cinsiyetimize, yaşımıza ve sosyal statümüze göre değişir... Küçükken annemizi, oyuncağımızı kaybetmekten, bir süre sonra sınavlardan, biraz daha büyünce sevdiğimizin bizi terk etmesinden ya da güç bela edindiğimiz işimizi kaybetmekten, sevmekten, ekonomik gücümüzün yitmesinden, yaşlılıktan, ölümden, yanlış anlaşılmaktan... ve daha saymakla bitmeyecek abuk sabuk şeylerden korkarız.

Bir de korkmaktan korkmak vardır ki, böyle kişiler yaşayacakları gerilimi göze alamayıp bu tür filmleri bile izleyemezler.

Sonuç olarak insanoğlu her şeyden korkabilir. Çünkü bu, insan olmanın en doğal tepkisidir.

14 Şubat 2010 Pazar

Küçük Şeyler

Radyoda Ortaçgil var,mırıldanıyor:

"Hep kısa anlar,mutluluklar;hayal görür uzun zamanlar

Hep kısa anlar,karar verdiğimiz

Sonra günler boyu neden diye düşündüğümüz

Kısa anlar,hepsi de kısacık anlar

Bizi yönlendiren,sevindiren,düşündüren..."

Farkında olmadan saymaya başladım birden,bizi mutlandıran küçük şeyleri...Birileriyle konuşurken aynı sözcükleri kullanmak,pişirdiğimiz yemeğin istediğimiz kıvamda olması,otobüste-metroda -yer bulabilmek,yağmurlu bir havada hızla giden araçlardan üzerine çamur sıçramaması,bir olayı düşlerken gerçekleşivermesi,elektrikler kesildiğinde asansörde değil de ,uygun bir yerde olmak,marketten aldığımız yiyecekleri buzdolabına yerleştirmek ve çok şey almış gibisine sevinmek,radyodan sevdiğimiz bir şarkıyı duymak; sesine,yüzüne hasret kaldığımız birisini görmek, soğuk bir günde güneşi taa iliklerinizde hissetmek....ve daha bir sürü şey,aslında bizi mutlandırabilir.

Yeter ki biz,bakmasını bilelim...

19 Ocak 2010 Salı

İmkansızın Parıltısı


Geçenlerde eski bir siyasetçinin yazısı geçti,elime-ki,o şimdi rahmetli-Seveni olduğu kadar,sevmeyeni de var. O'ndan böylesine bir lirizm beklemiyordum... Kaypak ilişkilerin,anlamsız beraberliklerin usancı içindeki insanın imkansızın parıltısıyla platonik aşka duyduğu özlemi anlatan bir şiir bu...






''Ne ben sorayım seni,ne sen beni sor
Soyunmuş seslerimiz tenden,boşlukta bir aşk örüyor
Ses olmuş duygular,yaklaşır dalga dalga zamansız
Kavuşsa da seslerimiz birbirine,biz kavuşamayız
Ne kollarımız var saracak,ne öpecek dudaklarımız
Ne görülecek yüzümüz var,ne görecek göz
Bir aşk örüyoruz boşlukta,çizgiden soyut zerreden öz..." B.Ecevit



Resim: B.Balamir

28 Aralık 2009 Pazartesi

ÖMRÜMÜZÜN RÜYASI

Evlerimizdeki eşyalar nelerin tanığı, ne sırların dert ortağıdır. Mutlu anlarımızı onlar görür, belleklerinin bir köşesinde ses çıkarmadan saklar... Nice kederler yaşanırken onlar vardır, çizgi çizgi o acıları üzerinde yıllarca taşır.
Her eşya ayrı bir öyküyü saklar, konuştuğumuzda bizimle birlikte onları hatırlar.
İşte, şu boyaları çatlamış Singer dikiş makinesi... Annemin taa... genç kızlığından beri ne giysiler dikti, ne kaprisler dinledi kimbilir... Ya, şu yerdeki ceylan motifli, kök boyalı kilim. Yer yer ilmikleri açılmış, rengi solmuş... Peki, şu yorgun, ahşap radyo; geçmişten bize gülümseyen fotoğraflar...
Bu yıpranmış, boyaları çatlamış, sararmış eşyalardan bir türlü vazgeçemeyiz. Çünkü, her eşya bir öykü saklama yanında, bizlerin de yol arkadaşı değil midir? Ve... onlarda ömrümüzün rüyası gizlenmemiş midir?..

23 Kasım 2009 Pazartesi

Küçük Güzeldir..


Küçük güzeldir. Doğru... Narin ve kırılgandır çünkü. Hele de yavrumun yavrusuysa daha da güzeldir.
Henüz cinsiyetini bile bilmediğim bu bebişi şimdiden çok seviyorum.. Ve "Sakın acele etme" diyorum. Annenin göbüşünde iyice büyü, geliş, öyle gel.. Tamam mı canım?
Canım benim, bugün senin fotografını gördüm. İkinci kez habersiz çekilmiş fotografını. Aynı oğluma benzettim, biliyor musun? Ve... Şöyle düşündüm: "İlk gözağrımın, ilk gözağrısı, iyi ki geliyorsun; iyi ki varsın, doğuştan fanatiğim benim..."

15 Kasım 2009 Pazar

Beklemek Güzeldir


Beklemek güzeldir... Bu bekleme sonunda emelimize kavuşacaksak... Beklemek güzeldir... Sabrımızın nihayetinde beklentimiz gerçekleşecekse... Bazen bir hastane ya da yoğun bakım ünitesi kapısıdır bekleme yeriniz.....Bazen bir asker yolu... Kimi kez de uzun zamandır görmediğiniz yüzüne, sesine özlem duyduğunuz birisidir beklenen... Acı olan bekleme süresidir. Sizi yorar,tüketir.. Beklentinizin gerçekleşeceğine dair bir umudunuz varsa şayet o uzun süreci göze alırsınız. Çünkü, umut yüreğimizde her daim çiçek açan bir ağaç gibidir. Ne yaprağını döker bu ağaç,ne çiçeğini... Dört mevsim biteviye açar,durur.. Gelecek olan kişiyi ya da gerçekleşmesini istediğimiz olayı beklerken yanımızda bize destek olan birileri varsa, bu insafsız sürece katlanmak kolaylaşır. Aynen bu resimde olduğu gibi. Eğer yanında yoldaşı kedisi olmasaydı,bu kız böylesine umutla yaslanır mıydı pencereye?...
(Resim: http://soundslikecornflakes.blogspot.com/)

31 Ekim 2009 Cumartesi

Neden Heykel


Resim yaparken-ki yağlıboyadan bahsediyorum- fırça kullanmayı sevmem, hep parmaklarımla boyaya dokunmak isterim. Boyanın o kayganlığı, yumuşaklığı çeker beni. Hele de bir bulut ya da deniz resmeyliyorsam parmaklarım alır başını gider.
Bir gün çocukların oyun hamuruyla tanıştım, hani şu renk renk olanlarla. Yumuşacıktı ve çok rahat şekil alıyordu, oynamak da epey keyifliydi. Sonrasında kille samimi oldum ve bir daha da çok zor kopacağımı anladım, bu yumuşak çamurdan.
Yol hikayelerindeki yolların devamını, portrelerin tuvale yansımayan yanlarını, evlerin, dağların, bulutların, ağaçların görünmeyen taraflarını merak ettim durdum. Hayalimde tamamladım hikayelerini, hep yarım kaldılar yoksa.. Heykelde ise yarım kalan bir şey yok. Çünkü üç boyutlu. Yaptığın eserin sağını solunu, önünü arkasını, altını üstünü çepeçevre dört bir yanını görüyorsun. Kafanda soru işareti kalmıyor... M.Mungan'ın Hayat Atölyesi'nde dediği gibi: "Heykel, bize resmin eksikliğini göstermeye, resim karşısında üstünlük kurmaya kalkışmaz. Tersine heykel, resmi doğrular. Farklılık, benzerliği onaylar."
Sonuçta, heykel olanın cismine dokunduğumuzda, dokunamadıklarımızı görmeye çalışıp oluşturduğumuz eserden daha çok keyif alıyor ve anlıyoruz ki DOKUNMAK SEVMEKTİR.